top of page

“Asfalt Karası Bir Kayanın, Grilerle, Beyazlar ve Bejlerle Flörtü...”

Ibla aslında bir bahane. Evet, doğrudur, bu yazının ilerleyen kısımlarında size Ibla’dan da bahsedeceğim. Ama şimdi bir nesnenin, bir görselin ve bir imgenin gücü ile daha çok meşgulüm galiba. Sizinle de paylaşmak istediğim şeyler bu eksen etrafında dönüyor. Özellikle bu imge karşıma sanal ortamda çıkmışsa... Kaç gündür, nasıl olmuştu da böylesi bir yolla yeni tanıştığım bir malzemenin bu kadar çok etkisi altında kalabilmiştim, onu sorguluyorum.


Sanal ortam derken... Bu malzeme ile Instagram’da karşılaştık. Geçen yıl Eylül sonu gibiydi. Evet, evet, öyle olmalı çünkü her Eylül sonu İtalya’da Bolonya kentinde ziyaret ettiğimiz Cersaie Fuarını dört göz bekleyip de pandemiden dolayı yine gidemeyeceğimizi kabullenişimin burukluğunu yaşadığımı çok net hatırlıyorum. Elimden geldiğince üretici iş ortaklarımızın sosyal medya hesaplarını (özellikle Instagram’da) takip etmeye çalışıyorum. Siz de Ceramiche Piemme sayfasına girerseniz, hemen fark edeceksiniz. Birçok birbirine benzeyen karelerin arasında aniden yürek yakan ve diğer karelere biraz aykırı duran bir ‘alev’ görseli var. Ve bu görselin hemen sağında “IBLA” sözcüğü yazar... Tüm paylaşımlar içinde tek 'yazılı söz' barındıran bir kare. Aslında bu kare bir geçit. Bir uçan halı. Bilmediğiniz birinin kamerası ile başka diyarlara gittiğiniz bir araç. Bana inanmayabilirsiniz. Çok haklısınız. Diyeceksiniz ki abarttım. Yine haklısınız. Ama denemeden bilemezsiniz. Bir deneseniz, ne dediğimi ancak öyle anlayabilirsiniz…


Ibla - Ceramiche Piemme'nin Instagram sayfasındaki yeri.


Miro’muz 2023 yılının Ocak ayında 15. yılına girmiş olacak. O kadar yıldır yeni malzemelerle, ürünlerle karşılaşıyor ve tanışıyoruz. Hepsi ayrı güzel. Hepsi ayrı albenili. Farklı amaçlara, farklı ihtiyaçlara ve farklı bütçelere hitap eden sayısız ürün... Bazılarını fuarlarda görüp beğeniyoruz, bazıları ise ilk bir görsel olarak geliyor karşımıza. Büyük çoğunlukla görsellere şüphe ile yaklaşıyoruz. Numune talep ediyoruz. Numuneler gelince, ellerimizle onlara dokunarak, evire çevire inceliyoruz. Özellikle seramikler… Onlara mutlaka ve mutlaka dokunuyoruz. Beş parmağımızın beşinin de ucundaki köftecikler gelen numuneye değmeden ve yüzeyinde bir çocuğu okşar gibi gidip gelmeden o seramikle tanışma merasimimizi asla tamamlayamıyoruz. En azından biz böyleyiz. Bu çok değişik bir histir. Nasıl desem? El ve eldiven gibi düşünün. El eldivenin içine girer… Veya beden ve kıyafet gibi. Kıyafet bedeni örter. Ama bedenin uzantısı da olur aynı zamanda. Ortada çok yakın bir temas vardır. Bunun yanında, kıyafeti giyen kişi ile o kıyafete bakan kişinin hisleri başkadır. Birisi için dokunsal bir his var iken, diğeri için görsel bir his vardır. İnsan bedeni, malzeme ve mekân arasında da buna benzer bir ilişki ve duyusal bağlar vardır. Hem görsel hem dokunsal. Hatta işitsel de... Ve hatta bazı malzemelerin kokusu ve tadı bile vardır...


Ibla’ya geri dönecek olursam... Miro’da, en az üç kişi, birbirimizden habersiz, aynı anda Ibla’ya onu sadece sanal ortamda ve sadece görerek vurulduk. Dokunmadan. Parmak uçlarımız ile üzerinde gezmeden. Gerçeğin gerçek, fotoğrafın ise gerçeğin sadece bir taklidi olduğunu bilerek.


Bu taklidin de onu algılayanların (bu durumda bizlerin) hissinde, gerçeğin bile önüne geçebilmesine şaşarak... Tıpkı yıllar önce Steve McCurry isimli fotoğrafçının çektiği ve National Geographic, Haziran 1985 sayısına kapak olan Afgan Kızı fotoğrafı gibi.


Savaş nedeni ile öksüz kalan Afgan kızı Şarbat Gula (Şerbet Güle), Pakistan’da mülteci kampındayken bu fotoğrafı, Steve McCurry tarafından çekilmişti ve kapakta yayınlandığı günden itibaren birçok insanı büyülü etkisi altında bıraktı. Bu büyü, sadece 13 yaşındaki bir kızın yaşam hikâyesi ile ilişkili değildi. Fotoğrafın kendisi ile de ilgiliydi. McCurry, bu fotoğraf ile Gula’nın sadece ruhunu yakalamakla kalmamış, tezatlıklara dair çok güzel bir içerik sunmuştu. Kızın güzelliği ile içinde bulunduğu durumun çirkinliği... Kızın yaşının küçük, yaşadığı sorunların ise çok büyük oluşu gibi... Bu tezatlıklar ve zıtlıkların bir arada oluşu ve yoğunluğu fotoğrafı yayınlandığı zamandan beri ilgi çekici kılan bir boyuttu...


İşte ben de adeta Ibla’nın fotoğraflarından bana doğru taşan böylesi bir zıtlık ve yoğunluk karşısında çaresiz duraksadım ve Ibla’nın gözlerinin içine bakmak zorunda kaldım... Bakınca bir asfalt karası bir kayanın, grilerle, beyazlar ve bejlerle flört ettiğini gördüm. Eski bir villaya, derinliği ve gizemi ile yeni bir enerji kattığını gördüm. (Siyah değil, kara değil...)


Şık bir karanlık olabilirmiş, onu anladım. Yüzünde volkanik kayaların yıllar öncesinden getirdiği sancıları, gerilimleri ve patlamaları okudum. Sicilyalı bir tanrıçanın (Ibla), bir portakal çiçeğinde (Ibla Zagara Flower) ateşle, lavlarla şarkı söylediğini, doğum yaparken çığlık attığını duydum. Taşa işlenmiş dantelde (Ibla Tombolo) o danteli işleyen kadınların kendilerine sessizce, sabırla mırıldandıkları teselli ninnilerini işittim.




Yüzyıllar öncesinde yaşamış olduğunu varsaydığımız Tanrıça Ibla’ya gözlerimle dokunmuş kadar oldum... Zanaat ile sanatın nasıl iç içe geçebileceğine, orijinali hem var eden, hem de aslında daha değerli kılan temsili görüntü üzerinden; fotoğrafların karesinden bakarak tanıklık ettim. Videosu ile bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıktım. Tarihi bir binanın restorasyonuna odaklanarak (Villa Ibla) “çağdaş” olanı içe, iç mekâna almanın yolunu gördüm. Bu yaklaşımın kapsayıcılığını... Cesaretini... Mükemmel dokunsal ve görsel duyumların kombinasyonunda, iç mekân tasarımının yaratabileceği oratoryomu hayal ettim, duyar gibi oldum. Bir ürüne yüzey kaplaması deyip de geçemeyeceğimizi, onda tasarım tılsımının elçisi sıfatında bir yapı elemanı olarak sıcaklığın muazzam derinliğini hissedebileceğimizi anladım...



Ibla Serisi Tanıtım Videosu


İşte böyle... Ibla’nın görsel temsilleri beni işte böyle, bu şekilde kendine kilitledi. Zıt ve zarif ile. Yüzey ve derinlik ile. Kabartma ile. Kabartma yüzeylerin parlatılması ile. Asfaltı ve ateşi bana hissettiren renklerle...


Başka yeni metaforlar, semboller ve malzemelerde yeniden buluşmak üzere şimdilik “hoş”ça kalın. Esen kalın...


Önemli not: Bu yazıyı nazik davetleri üzerine geçen yıl Property Dergisi için yazımıştım. O günlerde Ibla serisinin gerçeğine henüz hiçbir şekilde dokunamamıştık. Derginin Mart 2022'de çıkan 115. sayısında yazı yayınlandığında Ibla halen Miro'ya gelmemişti. Geçen gün geldi. Dokunduk. Gördük. Görselinden daha güzeldi. Çok çok güzeldi. Onu saatlerce sevdik. Gerçekten... Bu sevgi seli üzerinde dedim ki: "Tamam. Şimdi artık Miro Blog'da da Ibla yazısı yerini alabilir." Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Çokça sevgiyle...


 

Yazan: Münevver Özgür Özersay

Miro Designroom, Kurucu Direktör, Mimar, Bireysel Projeler Satış Koordinatörü


İletişim: 0392 223 87 82 | 0533 820 27 56 | info@mirodesignroom.com




116 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page